10 Şubat 2014 Pazartesi

gezginin derdi


buraya gelirken kucuk bir bavul kitap getirdim yanimda, kimi okumayi cok merak ettigim, kimi okumaliyim gereklilik kipiyle pesime taktigim, kimi de yanimda tasimayi cok sevdigim bazi kitaplar. 
onlardan biri enis batur'un new york seyahati: amerika buyuk bir saka, sevgili frank, ama ona ne kadar gulebiliriz?'iydi. daha once okumustum, new york'a giderken yanima almamak da olmazdi. 
new york'ta onu yeniden okudum, anlattigi caddelerde, binalarda gezerken, her birinin fotografini hem telefonumda hem aklimda bir bir cekerken. 
haklarinda gordugum, yasadigim kadariyla kendi fikrimce, hissimce yorumlar da yaptim, neyse ki onlari buralara yazmadim. bazen sanslisin sevgili okur. sevgili okur dedigim de sen ben bizim oglan, iyi ki varsiniz. neyse, konuya donmeye calisayim, bi cok seyi buraya neden yazamiyorum? cunku ben yazmak icin yasayanlardan degilim, yazdiklarim sadece ne oldugunu bilmedigim bir nedenin bana zorla yazdirttiklari, sadece zorla kendini yazdiranlar, yoksa genelde yazamiyorum.

fotograf cekmek de oyleydi benim icin. en eglenceli, etkileyici anlarda elinde kamerasi "sak" ceken sahaneler cok iyi ediyorlar, ani, hatira biriktiriyorlar hepimiz icin. sonra onlari gormek, paylasmak cok da mutlu ediyor diye beni, ben de yavas yavas aklima geldikce ah ne sahane dedigim bazi kareleri bazen zorlayarak da olsa cekip paylasir oldum. yine de hala daha cok bir durumun icinde, bir manzaranin karsisindayken onu iliklerime cekmek, hissetmekten baska sey dusunemez halim baskin. dokumante pek benim isim degil. 

su satir oldu basliga dair tek laf etmedim. gezginin derdi ne? 
gezginin derdi gunu, ilk defa yagmur goren cocugun saskinligini yasamak, hic bilmedigi yerler, seyler, insanlar gormek, tanimak. ogrenmek. 
mi?
benimki oyle. sanirken! bilmedigim yerlerde, hic beklemezken cok tanidik seyler gormenin de beni cocuklar gibi saskina cevirdigini farkettim. ve cok iyi bildigimi sandigim yerlerde bilmedigim seyler kesfetmenin. bildigin yerde bilmediklerini, bilmedigin yerde asina olduklarini kesfetmek. sonucta kesfetmek. 
peki paylasmak bu isin neresine dusuyor? paylasmak hayatin her aninda oldugu gibi yasami degerli kilan sey mi? olmazsa olmuyor mu? 
tek basima gezeyim, kesfedeyim, birakin icime cekeyim, iliklerimde hissedeyim. ozumseyeyim, donustureyim. sonra bi durtu durtsun durmasin beni, kaldirip yatagimdan yazdirsin kendini. 

bu sabah okulu asip portland'i boylu boyunca yurudum. koprulerden birini yuruyerek gectim, nehir kiyisinda kargalara misir portlegi verdim, sarki soyleye soyleye yediler. botlarim saglam ama yururken bilegimden iceri biraz kar girdi, ayagim islandi. ben eskiden cok soguklara dayanamam, hatta "aglarim yahu o kadar sogukta ben" derdim, buralara gelince hic de oyle olmadigimi gordum. gerci daha once de soguk memleketlere gittigim olmustu. prag'i, moskova'yi kis vakitleri ziyaret etmistim, hem de tadini cikarabilmis, soguktan korkmamistim. kendi limitlerini kucumsemekmis hep benimki. daha ne kadar soguga dayanabilirim artik yorum yapmiyorum, karsilastikca goruyorum. 

karla, buzla kapli yollardan yuruyup, sehrin daha once hic yurumedigim bi yakasinda "cafe umbria'yi kesfettim. fasli bir ailenin kucuk sicak yuvasi. menulerinde turk cayi'ni gorunce istedim, gele gele bir cezvede kaynattiklari kotu tatli cok sekerli turk kahvesi geldi, bu faslilar turk cayinin ne oldugunu bilmiyorlarmis meger. 
oturup maillerime baktim, okulu astim sanirken okul bugun tatilmis, sabah cok erken saatte telefonuma dusmeyen maili laptopu acinca gorebildim. 
facebook'ta hic tanimadigim bir kiz arkadaslik teklifi gondermis, kabul ettim, genelde etmem ama cok guzel gozleri vardi, icim isindi birden. niye beni secmis arkadas olmak istemis bilmiyorum, belki bir ara ogrenirim. sayfasina girdim baktim soyle yaziyordu:


ayağında diken yarası olmayan,

sinesine gül kokusu süremez!... (sems-i tebrizi)

cok sevdim. tesekkur ettim, icimden. 
su butun laf kalabaligini da bu iki satiri paylasmak icin yazdim galiba. 
gezginin derdini ve paylasmayi da baska bigun toparlayabilirim belki, bilmiyorum. 
bu basi kici baska yaziyi bir dilekle bitireyim iyisi mi; diken yaralarindan korkmayasiniz. 

fotograflar: ben.

klibin de konuyla hic ilgisi yok, sasirdik mi? hayir.

4 Şubat 2014 Salı

savascinin yolu


yureklerinde bir huzur vardi. su her seyini kaybetmis olanlarin korkusuzlugu ile doluydular, elde etmesi kolay olmayan, ancak elde ettikten sonra hep suren korkusuzlukla.aleksandr soljenitsin



hala portland'dayim muzaffer romalilar. portdland elbet anlatmakla bitmez ki zaten pek birsey anlattigim da yok, yasamaktan yazmaya vakit kalmiyor. blogda tamamlanmayi bekleyen bir suru yazi taslagi var ve ben simdi onlari birakip, gecen ay portland sanat muzesini ziyaretci akinina ugratan sergiden haber vermek istiyorum.  

gecen ay portland sanat muzesinde buyuk bir heyecan vardi. muzenin aksam ona kadar acik oldugu cuma geceleri kalabalik kuyruklar caddelere tasti. bu coskunun nedeni japonya'dan gelen samuray sergisi idi. ben de bir cuma aksami, aldim kendimi samuraylari, atlarini, giysilerini, maskelerini gormeye muzeye goturdum. 5 saat kalmisim, kapanmasaydi daha da kalirdim, firsatini bulsam orada uyurdum. bazi detaylara uzun uzun dalmisim, hala gozumun onundeler. 

oyle gercek, canli ve guclu duruyorlardi ki o cok sevdigim hikaye anlaticisinin sozleri hic gitmedi kulaklarimdan. der ki o "iki gercek samuray dovusurken yenisemezlermis. harasinda dovusen bir samuray asla yenilmezmis." karsimda duran adamlar yenilmez gorunuyorlardi ve sanki ruhlarini bugune, buraya tasimislardi. olum korkusunu yendikleri soylenen bu buşilerin yuzlerine baktikca bir nevi olumle burun buruna gelme ani yasadim. 
oyle buyuk bir adrenalin. 


bir yandan "bu buşido sana gore degil cocugum" derken bir yandan da yuzyillar otesinden haralarindaki gucu gozlerime isinladilar sanki. 


etkilendigim sergilerden, filmlerden, kitaplardan genelde basim dumanli cikarim, bu kez tam tersi iki ayagim yere saglam basarak ciktim sergiden. kaynagi belirsiz bir isikla aydinlanan, birbirlerine asik bu adamlar bana kendinde kalma yolunda buyuk bir hediye verdiler o aksam. 


sergi portland'dan nereye gitti bilmiyorum, kristal kure google biliyordur, sorun. biryerlerde rastlarsaniz kacirmayin. 
bir de dilek: topraklanin, her nereye basiyorsaniz, saglam basin, hissedin.